ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ |
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini | Yazarlar Dizini | Kaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi | Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası |
Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri |
LEHÇE OLUŞMA ŞARTLARI VE EVRELERİ BAKIMINDAN
ESKİ TÜRKİYE TÜRKÇESİ
TÜBAR-XXVIII-/2010-Güz/
Doç. Dr. Ali AKAR1
ÖZ: Bir konuşma dilinin yazı diline hâline gelebilmesi için çeşitli
tarihî, coğrafi, dilbilimsel ve demografik şartların bir araya gelmesi gere¬
kir. XIII. yüzyıldan başlayarak oluşmaya başlayan Eski Türkiye Türkçesi
yazı dilinin gelişmesinde de bu süreçler yaşanmıştır. Oğuzların kitleler
hâlinde Anadolu’ya göçleri, Anadolu beylerinin Türkçeden yana siyasi
destek ortaya koymaları, Arap alfabesinin Türkçenin fonetik sistemine
uyarlanışı bu şartların temel esaslarını oluşturmuştur.
Anahtar Sözcükler: Eski Türkiye Türkçesi-Lehçe Oluşumu-Yazı
Dili-Konuşma Dili İlişkileri
Old Turkey Turkish in Terms of the Formations and Steps of a
Dialect
ABSTRACT: Various historical, geographical, linguistic and
demographic variables must come together in spoken language for itself
being upgraded to be converged in to a literary language. Through the de¬
velopment of the literary language based on the Old Turkish, these proc¬
esses had taken place. The en masse migration of Oghuzs to Anatolia, po¬
litical supports of Anatolian Beys about Turkish and adaptation of the
Arabic alphabet in to Turkish phonetic had developed the context of for¬
mation.
Key Words: The Old Turkey Turkish- to form to constituted of a
Dialect -The Relationships between Literary Language and Spoken Lan¬
guage
GİRİŞ
Yazının keşfedilmediği zamanlarda insanlar gündelik iletişimlerini
yalnızca “söz” ile yürütüyorlardı. Bugünkü şekliyle ekonomi, bürokrasi,
eğitim gibi sosyal organizasyonlar bu çağlarda henüz oluşmamıştı. İnsa¬
noğlu tarih yolculuğunda avcılık, toplayıcılık, göçebelik gibi yaşam tarz¬
larından geçerek toprağı işlemeyi ve tarım yapmayı öğrendi. Yerleşik ha¬
yata geçmeyle birlikte artıkdeğer üretip zihinsel işlere de zaman ayırır ol¬
du. Bu aşamada hayvanlarının sayısını hesaplamak, mevsimlerin seyrini
takip etmek gibi gündelik pratik hesap işleri için ilkel rakamlar oluştu¬
rulmaya başladı. Artık, nesne ile onu dil dünyasında temsil eden işaretler
bulunmuştu. Bu belki de insanlığın ilk zihinsel keşfiydi. Bu keşfin, başka
bir deyişle zihinsel ve biyolojik gelişimin ilk somut semeresi yazı olmuş¬
tur. Sümerler, Mezopotamya’da önce resim yazısı (piktogram)m buldular,
daha sonra bu yazıyı geliştirerek düşünce yazısı (ideogram)na geçtiler.
Bu yazı sistemleri çağlar içinde evrilerek günümüzdeki modern fonetik
alfabe dizgelerine ulaşıldı (Jean 2008: 14). Yazı sayesinde yeni bilgiler
üretildi, paylaşıldı ve en önemlisi de bunlar kalıcı hâle getirilerek sonraki
kuşaklara aktarıldı. Böylece uygarlığın yüzyıllar boyunca aşama aşama
gelişmesine zemin hazırlanmış oldu. Uygarlık, bir bakıma harfler üzerin¬
de kuruldu ve buradan yükseldi. Bu sırada bütün sosyal organizasyonların
yürütülmesini ve sürekliliğini sağlayan devlet aygıtı da bir yazı dili oluş¬
turma yoluna gitti.
İnsan uygarlığı geliştikçe diller içinde yeni diller, yani lehçe ve
ağızlar oluşmaya başladı.
Bu yazıda yukarıdaki perspektif ışığında Türkçenin önemli yazı
dillerinden Oğuz Türkçesinin XIII. yüzyıldaki yazı dili olma macerası ele
alınıp incelenecektir.
Dil, birey dili (dialekt), sınıf dili (sosyolekt) ve yazı dili (grafolekt)
olarak üç değişik oluşum noktasında iletişim görevini yürütür. Bu üç
aşamalı oluşumda ilk olarak, diyalektlerdeki (ağız) kimi fonetik ve mor¬
folojik eğilimler yaygınlaşmak suretiyle kısmi bir genellik kazanır. Bu
genelleşme, lehçeleşmenin2 ilk evresi sayılır. Lehçe, ağızların birleşme¬
sinden (A - B - C) meydana gelen, onların birçok özelliğini içerisinde ta¬
şıyan ama onların teker teker hiç birini temsil etmeyen bir “üst ağız” bir¬
liğidir (D) (Şekil I). Bir etnik grubun siyasi, coğrafi ve kültürel şartlara
bağlı olarak bu şekilde çok sayıda lehçesi olabilir İşte bu lehçelerden her¬
hangi biri, siyasi erkin karar vermesiyle yazı dili hâline getirilir.
Şekil 1
Canlı bir organizma olan dil, her an değişmeye müsait yapısıyla
kendi içinde devinerek evrilmektedir. Bu evrim süreci içerisinde konuşur¬
larının coğrafi, sosyal ve kültürel şartları değiştiğinde dilin kendi bünye¬
sinde mevcut olan konuşma farklılıkları (ağızlar) giderek derinleşir. Böy-
lece önceleri dil topluluğunun tümü tarafından anlaşılan ileti (mesaj)ler,
daha sonraki zamanlarda bu topluluğun yalnızca bir bölümü tarafından
anlaşılmaya devam ederken, diğer bir bölümü/bölümleri tarafından daha
az anlaşılır yahut hiç anlaşılmaz hâle gelir. İletinin, gösterilen ile gösteren
arasında bağlantı kuramaması, nedenleri, daha çok dil-dışı sosyal ve coğ¬
rafi etkenlerde saklı olan fakat sonuçları dilde gözlemlenen bir değişme¬
dir. Sözgelimi Karahanlı Türkçesi çağında bütün Türk toplulukları tara¬
fından bilinen ve aynı anlama gelen kol- “istemek” (Arat 1979: 268) gös¬
tergesinin dildeki kullanılma seyri buna iyi bir örnektir. Bu gösterge, XI.
yüzyıldan sonra Türk topluluklarının değişik coğrafyalara dağılarak ora¬
larda yeni yazı dilleri oluşturmalarından sonra kaybolmuş, yerini,
Harezm3 (Ata 1998: 188), Kıpçak (Karamanlıoğlu, 1989: 279), Çağatay
(Yücel 1995: 377) ve Oğuz (Dilçin 1983: 17) Türkçelerinde yakın anlam¬
lısı olan iste- göstergesine bırakmıştır. Diğer taraftan ilk olarak Karahanlı
Türkçesinde rastlanan tile- “dilemek” şekli ise kol- gibi kaybolmamış,
tam tersine bütün lehçelerde yaygınlaşmıştır.
Yaygınlaşma ve “körelme” sebepleri yukarıda değindiğimiz gibi
daha çok dil-dışı etkenlerle ilgilidir. Çünkü dil göstergelerinin değişmesi,
yalnızca dil-içi fonetik ve morfolojik gelişmelerle ilgili değil, aynı za¬
manda dil topluluğunun sosyal, kültürel, ekonomik alışkanlıkları ve tavır¬
ları ile de ilgilidir. Zira dilde yeni gösterge oluşturma ihtiyacı, ancak top¬
lumsal bir zorunluluk sonucu ortaya çıkar. Statik bir yapıya sahip top¬
lumda her türlü değişme gibi dil değişmesi de çok yavaş bir seyir takip
eder. Örneğin başka ülkelerle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir toplumun di¬
linde vize, pasaport, narh, gümrük, ihracat, ithalat gibi göstergeler bu¬
lunmaz. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Lehçeleşme aşamasındaki değişmeler, (a) ses, (b) ek ve (c) sözcük
göstergesi olmak üzere üç aşamada görülür. Bunlardan ses ile ilgili olan
değişmeler en temel ve yaygın olanıdır. Çünkü fonetikle ilgili unsurlar,
dilde en çabuk aşınan ve bu sebeple hemen değişebilen özelliklerdir. Bu
bağlamda Türk lehçeleri arasındaki en önemli farklılıklar seslik ölçülerde
kendini göstermektedir. Ek düzeyindeki değişmeler nispeten daha yavaş
bir seyir izler. Fakat bunlar, lehçeler arasındaki anlaşılabilirlik oranını
doğrudan etkilemesiyle lehçe oluşumunda çok önemli bir görev icra et¬
mektedir. Örneğin günümüz Kıpçak lehçelerindeki zaman formları (Öner
1998: 143) ve farklı teşkil ekleri diğer lehçeleri konuşanların bu lehçeyi
anlamalarını belli ölçüde engellemektedir. Lehçeleşme aşamasındaki
üçüncü değişme olan sözcük düzeyindeki farklılaşmalar ise iki yolla
meydana gelir: a) ödünçleme b) türetme. Ödünçleme daha çok coğrafya
ve kültür değişimine bağlı olarak komşu dillerden yapılan kültür alıntılar¬
dır. Bu olay, ya kaynak dilden sözcüğün aynen kopya edilmesi yahut an¬
lam etkilenmesi4 şeklinde görülür. Türetme ise dilin ihtiyaç duyduğu kav¬
ram alanları doğrultusunda kendi söz yapma imkânları ile yeni sözler
oluşturmasıdır.
Böylece lehçeleşme, dil-dışı sebeplerle başlar, dil içindeki çeşitli
ağız farklılıklarının derinleşmesiyle hızlanır ve siyasi kararla sonuca ula¬
şır.
Türk dilindeki lehçeleşme örneklerine ilk yazılı metinlerden itiba¬
ren rastlamaktayız (Gabain 1988: 2). X. yüzyıldan itibaren Türk dünya¬
sında oluşan büyük göçler, beraberinde önemli sosyal ve kültürel değişik¬
likleri meydana getirmiş, böylece Türkçenin lehçeleşme süreci hızlanarak
ortaya birkaç büyük yazı dili çıkmıştır. Bu yüzyıldan itibaren Harezm
coğrafyasına gelip buradaki Soğd-İran hâkimiyetine son veren çeşitli
Türk boyları, yavaş yavaş dillerini de egemen kılmaya başlamışlardır.
Buradaki karışık Türk boylarının dil özelliklerini yansıtan Harezm,
Altınordu ve Memlûklu merkezli eserlerin dili olan Kıpçakça ve
Temürlüler döneminin yazı dili olan Çağatayca, Anadolu topraklarında
verilen eserlerin dili olan Oğuzca bu şartlar altında oluşan başlıca yazı
dilleri olmuştur.
Bu yazıda, lehçeleşme şartları çerçevesinde Oğuz Türkçesinin
Anadolu’da bir yazı dili olması ele alınacaktır.
Bir dilin lehçeleşmesi için, konuşur topluluğunun coğrafya değiş¬
tirmesi, toplumsal ve kültürel bakımdan farklılaşma, canlı ağızlara sahip
olma, siyasi otorite ve alfabe olmak üzere beş ana şart gereklidir. Bu şart¬
lar, birbirlerinin sonucu, birbirlerini tamamlayan süreçler olarak karşımı¬
za çıkar.
Şimdi bu şartlar çerçevesinde Eski Türkiye Türkçesinin lehçeleşme
evresini ve bu dönemde yaşanan gelişim süreçleri üzerinde duracağız.
Lehçeleşmenin birinci şartı, ana etnik yapı içinde yer alan bir dil
grubunun yapı içindeki genel dil topluluğundan çeşitli sebeplerle kopuşu¬
dur. Kopuş, tabii olarak yalnızca siyasi nüfuz sahasıyla (coğrafya) sınırlı
kalmaz; kültürel farklılaşmaları da beraberinde getirir. Ana Hint-Avrupa
dilinin M.Ö. 9500’lerde Anadolu ve M.Ö. 6000’lerde Don-Volga ırmak¬
ları havzasındaki Yamnaya kültür bölgelerinden Avrupa ve Batı Asya’ya
dağılıp farklı lehçelere ayrılması bunun en açık örneğini teşkil eder
(Cavalli-Sfoza 1994: 258). Aynı şekilde Çuvaşların erken dönemde (II.-
IV. yüzyıllar arasında) ana Türk kitlesinden ayrılıp Ural dağlarının batısı¬
na göç etmeleri ile (Kurat 1979: 781) dildeki farklılaşmalar derinleşmiş
ve sonuçta Çuvaşça Ana Türkçeden farklı bir lehçe hâlini almıştır.
Dilin kendi içerisinde sürekli olarak yaşadığı değişme ve gelişme,
farklı coğrafyalarda daha da hızlanır. Ana koldan ayrılan dil, bir taraftan
kendi içerisinde yeni bir gelişim evresi başlatırken, diğer yandan karşılaş¬
tığı başka dillerle de değişik düzeylerde dil ilişkilerine girer. Bu arada,
ana yapının içerisinde daha önceden ihtiyaç duyulmayan kavram alanları
ile ilgili yeni kelime katmanları oluşturur. Örneğin, göçebe hayat tarzına
sahip topluluklar, coğrafya değiştirerek tarım bölgesine göç ettiklerinde
ziraat kültürü ile yahut deniz bölgesine geldiklerinde balıkçılıkla ilgili ke¬
limeler dilde yeni bir kelime kategorisi oluşturur. Türkçe için örnek ver¬
mek gerekirse, 762’de Manihaizm’i kabul ettikten sonra yerleşik hayata
geçmeye başlayan Türklerin lügatinde ziraat kültürü ile ilgili ilk kavram
alanı oluşmaya başlamıştır. Örneğin Köktürk ve Ötüken Uygur metinle¬
rinde yer almayan tarım sözcüğü, ilk olarak Budist Uygur metinlerinde
görülür (Hamilton 1998: 215). Yerleşik hayata geçmeye başlayan Türk-
ler, bu hayat tarzı ile ilgili ihtiyaç duydukları başka sözcükler de türetmiş¬
lerdir. udçı “sığırtmaç”, barım “mal, mülk, servet”, borlukçı “bahçıvan”
(Hamilton 1998: 129) bunlardan ilk göze çarpanlardır. Coğrafya değişik¬
liğinin dilde görülen sonuçlarından birisi de ödünçlemedir. Farklı coğraf¬
yadaki çeşitli kavram alanlarına ait dil göstergeleri, hedef dil tarafından
kaynak dilden seçme yapılarak ödünçlenir. Söz gelimi hamur (<Ar.
hamir), tahta (<Far. tahte), pencere (<Far. pencere), duvar (<Far. dîvâr)
gibi sözler bu coğrafyaya göç eden Türklerin kültürel alıntılar olarak
kopyaladığı sözcüklerdendir. Hem ana dilden yapılan türetmeler, hem de
komşu milletlerden alınan ödünçlemeler dilde yaygınlaşarak kullanılırlar.
Böylece, genetik olarak ana kola bağlı ama ondan epeyce farklılaşmış
olan yeni bir dil ortaya çıkar.
Oğuzcanın yazı dili olmasında da bu coğrafya değiştirme sürecini
hem tarihî hem de dil sonuçları itibarıyla görmek mümkündür.
924’te Kırgızların Moğolistan’daki topraklarını işgal ederek onla¬
rın hâkimiyetine son veren Moğol asıllı Kıtaylar, Kimek, Karluk ve
Oğuzlar üzerinde de baskı oluşturdular. Bunun sonucunda Oğuzlar batıya
doğru göçerek Hazar sahillerine, Yayık (Ural) Nehri kıyılarına kadar ya¬
yıldılar ve Mangışlak Yarımadası civarında yerleştiler (Turan 1993: 5).
Kıtayların 1017’de Moğolistan’dan Orta Asya’ya doğru istila hareketleri¬
ne devam etmeleri, onların bu bölgede kalmalarını zorlaştırdı (Turan
1993: 7). Bunun üzerine Oğuz kitleleri daha güneye doğru göçtüler. XI.
yüzyılın ilk yarısında Dandanakan’da Gaznelileri mağlup ederek, bunla¬
rın siyasi egemenliklerine son verdikten sonra (1040) İran’da Selçuklu
devletini kurdular. Eskiden beri diğer Türk halkları arasında kalabalıkları
ile bilinen bu kitle, böylece ilk defa büyük bir siyasi güce sahip oldu. Di¬
ğer yandan Bağdat’taki İslam halifesi ile dinî ve askerî yönden sıcak iliş¬
kiler kuran Selçuklular, Harezm’deki Kıpçak, Kanglı, Çiğil, Uygur gibi
diğer Türk topluluklarından yavaş yavaş uzaklaşarak İran, Irak, Azerbay¬
can, Suriye ve Anadolu bölgelerinde hayat ve hâkimiyet mücadelesine gi¬
riştiler (Ercilasun 1996: 41).
Böylece Oğuzların Moğolistan’dan başlayan uzun göç yürüyüşleri
iki asır gibi kısa bir sürede Önasya ve Anadolu’ya ulaşmış ve Oğuzların
ana Türk kitlesinden coğrafi kopuşu fiilen gerçekleşmiştir.
VIII. yüzyılda Köktürklerin tabiiyetinde bulunan Oğuzların farklı
bir diyalekte sahip oldukları bilinmektedir (bk. Korkmaz 1975; Gülsevin,
2004). Oğuz kitlelerinin Batı Kazakistan bölgesine gelmeleriyle hayat
tarzlarında meydana gelen değişiklikler dillerine de yansımıştır. Artık ya¬
vaş yavaş tarım yapmaya, toprağa yerleşmeye başlayan kitlelerin dilleri
de farklılaşmıştır. Bir yandan dil içi yeni söz yapma yolları (türetme, bir¬
leşik yapılı söz teşkili) diğer taraftan da komşu kavimlerden alınan tarım
ve yerleşik kültüre ait çeşitli kelimeler Oğuzcada yeni bir kavram alanı¬
nın doğmasını sağlamıştır.
Bu bakımdan coğrafya değişikliği, yalnızca yaşama alışkanlıkları
ve üretim tarzlarının değişmesi olarak kalmamış, en büyük farklılaşmayı
kültürün taşıyıcısı olan dilde göstermiştir.
2.2. Toplumsal ve Kültürel Farklılaşma
Toplum hayatı sürekli gelişme ve değişme içindedir. Bu sosyal sü¬
reçler doğrudan kültüre yansır ve bu alanda da köklü değişiklikler mey¬
dana gelir. Kültür değişmelerinin en canlı biçimde görüldüğü alan dil ve
edebiyattır. Bu değişmeler, dil ve edebiyatın taşıyıcı rolü sayesinde top¬
lumun bütün katmanlarında yaygınlık kazanır. Lehçe oluşumunda da sos¬
yal değişmelerin önemli rolü bulunmaktadır.
Farklı ağız özelliklerine sahip olan boylar, çeşitli sosyal şartların
(barınma, beslenme, güvenlik vb.) zorlamasıyla aynı ana dili konuşan dil
topluluğunun içerisinde varlıklarını sürdürürler. Fakat bu boylar, sosyal
ve kültürel zemin müsait olduğu zaman ana yapıdan ayrılarak kendi müs¬
takil yapılarını kurarlar. Bu arada diğer boylarla ayrışırken, kendi içlerin¬
de daha yoğun bir dil ilişkisi geliştirirler. Oğuzlar, diğer Türk toplulukları
gibi X. yüzyıldan itibaren İslamiyet’i kabul ederek farklı bir kültür dün¬
yasına adım atmışlardır. Bunun yanında diğer Türk topluluklarından bu
yüzyıldan itibaren ayrılmaya, Batı’ya doğru ilerlemeye başlamışlardır.
Coğrafya değiştirme yanında, kültür değiştirme de bu anlamda lehçeleş-
meyi hızlandıran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan
Oğuzcarnn yazı dili olma yolundaki sosyolojik ve kültürel değişim süre¬
cini, Oğuz topluluklarının Yakın Doğu ve Anadolu’ya iskânları etrafında
değerlendirmek gerekir.
Tarih kaynakları Oğuzlardan Köktürk İmparatorluğu zamanından
beri Türk kitleleri içerisinde farklı bir adla anılan bir boy olarak söz et¬
mektedirler. Yukarıda temas ettiğimiz gibi Köktürk İmparatorluğunun yı¬
kılışından sonra kadim yurtları olan Altayların kuzey-batısını terk ederek
Aral Gölü’nün doğusundaki platolara yerleşmişler, göçebeliğin yanı sıra
burada şehirler kurmuşlar, tarım ve ticaretle uğraşmışlardır. Bu arada Ha¬
zar devletinin gücünü kaybetmesinden yararlanarak siyasi alanda da X.
yüzyılın ilk yarısında Oğuz Yabgu devletini kurmuşlar (Sümer 1992: 61),
nihayet 1040’ta Gaznelileri ortadan kaldırarak İran, Suriye ve Anadolu’da
uzun bir siyasi egemenlik sağlayacak Selçuklu devletinin temelini atmış¬
lardır. Bütün bu tarihî süreç içerisinde Oğuzlar, diğer Türk toplulukların¬
dan “farklı” olmuşlardır. Bunu hem tarihî kaynaklardaki bilgilerden hem
ayrı bir boy adıyla anılmalarından anlıyoruz. Ayrıca XI. yüzyıl kaynakla¬
rından Kâşgarlı Mahmud’un Oğuzca diye adlandırdığı kelimelerden de
bunların diğer Türk boylarından farklı bir şive ile konuştuklarını tahmin
ediyoruz. Tabii, bu toplumsal ve kültürel farklılaşma, başlangıçtan beri
var olan, ancak zaman içerisinde gelişen bir durumdur.
Oğuz yazı dilinin kurulmasında toplumsal farklılaşma iki ana kol
üzerinde gelişmiştir. Bunlardan birincisi, Oğuz gruplarının Kıpçak ve
Karluk toplulukları ile bir arada yaşamaları ile oluşan bir iç-farklılaşma,
diğeri de Fars-Arap kültür dünyasına dâhil olmalarından sonra gelişen
dış-farklılaşmadır. IX. yüzyıldan itibaren Moğolistan bozkırlarından gele¬
rek Harezm, Maveraünnehr bölgelerine yerleşen Oğuzlar, buradaki diğer
Türk toplulukları ile bir arada yaşamalarına rağmen dillerindeki diyalek¬
tik (ağızsı) ögeleri korumuşlardır. Toplumsal ve kültürel farklılaşma ve
“yalıtılmışlık” durumu burada devam etmiştir. Bunu Kâşgarlı’rnn derle¬
diği verilerden biliyoruz. Kâşgarlı XI. yüzyılda Oğuzları önemli bir boy
olarak saymakta ve bunların dilleri ile ilgili bilgiler vermektedir (Atalay
1985: 31). Kıpçak ve Karluklar arasında bulunan Oğuzlar, dillerindeki bu
“Oğuzsu” unsurları korumuşlardır. Bunların başında uzun ünlülerin mu¬
hafazası, söz başındaki tonlulaşmalar ve sözlüksel veriler gelmektedir. Bu
özellikleri bakımından Hazar ötesi Oğuzcası (Türkmen Türkçesi) bugün
de bu farklılaşmanın yahut farklılığı korumanın izlerini taşımaktadır.
Diğer taraftan, dış-farklılaşma Oğuzların büyük bir bölümünün
Irak, Suriye ve Anadolu topraklarına göçmeleri ile ilgilidir. IX. yüzyıldan
itibaren Önasya’ya başlayan yoğun Oğuz göçü, bir yandan önemli siyasi
sonuçlar doğururken diğer taraftan kültürel etkileşim ve dönüşümler ya¬
ratmıştır. Yazılı dile sahip olmayan Oğuzlar, fethettikleri İran bölgesin¬
deki yerleşik bürokrasi dili olan Farsçayı yazışma dili olarak kabul etmiş¬
lerdir.
Diğer taraftan XIII. yüzyılın başlarında Maveraünnehr’i işgal eden
Moğollar bölgedeki Oğuz kitlelerinin birçoğunu yerlerinden ederek batı¬
ya sürmüşlerdir. Bu kitleler yoğun olarak Anadolu’ya göç etmişler ve bu¬
rada yeni bir hayat tarzı oluşturmaya başlamışlardır. Anadolu, Hazar hav¬
zasından farklı olarak üç tarafı denizlerle çevrili, değişik iklimlerin ya¬
şandığı, arazi bakımından da engebeli bir yerdi. Ayrıca, burada ekonomi,
mimari, iklim, coğrafya büsbütün değişikti. Bütün bu doğal farklılıklar
yanında sosyal, siyasal ve kültürel yönlerden de farklı süreçler gelişmek¬
teydi. Moğollar Maveraünnehr’i işgal ettikten yirmi yıl sonra Anadolu
kapılarına dayanmışlar, Kösedağ’da Selçukluları yenerek (1243) Anado¬
lu’yu siyasi nüfuzları altına almışlardı. Bu istila, Haçlı seferlerinin yarala¬
rını sarmaya başlayan Anadolu’da tasavvuf hareketlerini hızlandırınca
Anadolu’da yoğunlaşan tasavvuf hareketlerinin yürütücüleri olan
kolonizatör dervişler, fikir ve görüşlerini halka ulaştıracak “yerli” bir dile
ihtiyaç duymaya başlamışlardı. Bu dil, Hazar ötesindeki Oğuzcadan farklı
olacaktı. Hazar ötesi Oğuz ağızlarındaki varyantlar Anadolu’ya taşınarak
burada oluşturulacak yeni yazı dilinin temelini teşkil edecekti. Bu var¬
yantlar ses, yapı ve sözcük gibi çeşitli düzeylerde görülmektedir (bk.
Tablo I). Örneğin Yunus Emre Divanı’nda yer alan aldanguç “aldatıcı”,
sözü yerine Hazar ötesi Oğuzcasında aldavçı “aldatıcı, hileci” (Tekin
1995: 29) göstergesi yer almaktadır. Aynı şekilde Batı Oğuzcasındaki
utangaç yerine Türkmencede utancan “utangaç” (Tekin 1995: 650) keli¬
mesi yer almıştır. Batı Türkçesindeki keskin yerine Türkmencede kesgir
“keskin” yer alır (Tekin 1995: 405). Batı Türkçesinde koşmak yerine ılga¬
, koşu ılgav, ılgayış biçimleri vardır (Tekin 1995: 362). Benzer örnekler
de vardır: kekeç “kekeme” (Tekin 399). ayagın dur- “ayakta durmak”, bi¬
liş “tanıdık”, çağıru “davetiye”, kovıcı “dedikodu yapan”, segirtmek
“koşmak”, sorıcı “Münkir Nekir melekleri” (Tatçı 1990: 426). Örneğin
Hazar ötesinde yer almayan -ısar/-iser gelecek zaman eki, yahut -ıcAk
zarf-fiil şekilleri Anadolu’da görülmeye başlamıştır. Yeni yurtta yeni te¬
rim ve kelimelerle kitlelere ulaşılacak, esas olarak Oğuzca omurgası üze¬
rine kurulacak olan bu yazı dili, Anadolu’dan da sesler, renkler taşıyacak¬
tı. İşte Anadolu’da oluşmaya başlayan bu yeni şekillerin kaynağı burada¬
ki Oğuz ağızları olmuştur. Fakat bunlar yanında Arapça, Farsça, Rumca
gibi komşu kültür dillerinden de kelimeler alınmıştır. Böylece kültürel
farklılaşma Oğuzcanın yazı dili olmasına zemin hazırlamıştır.
Doğu Oğuzcası |
Batı Oğuzcası |
aldavçı |
aldanguç |
algı (Mah.) |
alacak |
ar- (Mah.) |
yor- |
bitger- (Mah.) |
bitir- |
dik (Mah.) |
gibi / bigi |
doğan (Mah.) |
kardeş |
ılga- |
koş- |
kesgir |
keskin |
utancan |
utangaç |
Tablo I
2.3. Canlı Ağızlara Sahip Olma
Ağızlar, ana lehçe içerisinde yaşayan değişik konuşma şekilleridir.
Bireyden başlayarak büyük sosyal gruplara (kabile, boy, köy) kadar uza¬
nan konuşurlar çizgisinde ağızlar, yazı dilini besleyen, geliştiren temel dil
havuzudur. Bu yönüyle, ağızlar, âdeta dilin hammaddesini teşkil ederler.
Oradaki unsurlar, işlenerek geliştirilir ve herkes tarafından kabul görebi¬
lecek göstergeler hâline getirilir. Ağızların yazı dilini oluşturmada ve ona
malzeme sağlamadaki işlevleri kadar, ağızlardaki “ham” dil malzemesi¬
nin “ortak” dile dönüştürülmesinde de çeşitli etkenler söz konusu olur.
Haliyle her ağız göstergesi yazı diline girmez. Bunun için göstergenin,
fonetik ve semantik bakımlardan uygun olması gerekir.
Lehçe oluşumunun temel şartlarından birisi de işte bu ağız malze¬
mesinin yazı dilinin ihtiyaç duyduğu bütün kavram alanlarına ait dil gös¬
tergelerini ortaya çıkarabilme yetisine sahip olmasıdır. Bu nasıl olmakta¬
dır? Ana dil içerisinde var olan ağız öbeklerinden biri canlanarak kendi¬
sini diğerlerinden “ayırt” edici bir duruma gelmektedir. Ağızdaki bu
“farklılaşmalar” diğer sosyal ve kültürel etkenlerle birleşerek bir üst dil
birliği oluşturma yoluna girmektedir. Bu arada ağızların birbiriyle olan
ilişkileri devam ederken, yazı dili olarak belirginleşen bu ağız, diğer ağız¬
lara göre “itibar” kazanmaktadır.
Esas olarak ağızlar, dilin bir “iç” yapı özelliği olarak sosyal ve kül¬
türel planda lehçe oluşumunun belirleyicileri değildir. Fakat dilin en
önemli içyapı dinamikleri olarak hep var olmuşlardır. Dilin değişmesi ve
gelişmesi daima ağızlardaki yapısal unsurlarla sağlanmıştır. Yeni yazı dili
oluşumunda da ağızlar içerisindeki farklı dil göstergeleri, dilsel kavram
alanlarının meydana gelmesinde önemli role sahiptirler. Bu rol, yazı dili
içindeki ağızlar hiyerarşisine göre doğal olarak belirlenir. Farklı ağız
öbekleri, siyasi otoritenin yazı dili olarak kabul ettiği ağız etrafında kü¬
meleşirler. Bu oluşum, yakından uzağa doğru ilgi, bağ ve standartlaşma
azalarak sürer. En uzaktaki ağız, yazı dili olarak kabul edilen ağıza en az
katkıda bulunan ağız olur. Böylece binlerce yıldızın birleşerek bir galaksi
oluşturmaları gibi, küçük ağızlar da bir araya toplanarak ortak bir ağız,
yani yeni bir yazı dili meydana getirirler.
XI. yüzyıl Türk dünyasında Kâşgarlı Mahmud, Kanglıların, Çiğil-
lerin, Kıpçakların, Oğuzların ağızlarından malzemeler toplamıştır. Bu bi¬
ze, ortak yazı dili Karahanlıca yanında ağızların da canlı olarak yaşadığı¬
nı göstermektedir. Oğuz ağızlarının XI. yüzyılda veri toplanacak kadar
önemli dil malzemesine sahip olması, ileride bu ağızların lehçe hâline ge¬
lebileceğinin kanıtı olsa gerek.
Oğuzcanın XIII. yüzyılda Anadolu’daki lehçeleşme aşamasında
ağızlar, canlı dil örnekleri olarak yazılı dile kaynaklık etme yeterliliğini
göstermişlerdir. Anadolu’da canlı ve yaygın Oğuz ağızları, kelime yap¬
ma, kavram ve terim oluşturma gibi dil ihtiyaçlarını karşılamada âdeta
sonsuz imkanlar sunmuşlardır. Buna örnek olarak XIV. yüzyılda Anadolu
sahasında yazılan Satırarası Kur’an Tercümelerini göstermek mümkün¬
dür. Kur’andaki Arapça dinî terimler, bu eserlerde Türkçenin işlek -IcI,
+lIK, -IK gibi ekleri sayesinde büyük bir başarıyla aktarılmıştır
(Topaloğlu 1978: XIII). Canlı ağız varlığına dayanmayan dilin lehçeleş-
mesi bu anlamda kısa ya da uzun vadede başarısız olur.
Bir lehçenin oluşup yazı dili haline gelebilmesi için siyasi, ekono¬
mik, kültürel ve edebî şartların değişmesi yeterli değildir. Bunlar, lehçe-
leşmenin zeminini hazırlayan dil-dışı etkenlerdir. Lehçenin ana dilden ay¬
rılıp bağımsız bir yazı dili olabilmesi için muhakkak bir siyasi otorite
(bey, devlet vb.) tarafından benimsenmesi, desteklenmesi ve en önemlisi
de yazışma dili olarak kabul edilmesi gerekir. Alman dilbilimci Max
Weinreich, yazı dili için, “Bir ordusu ve donanması olan ağız”5 hükmünü
verirken, hiç şüphesiz siyasi otoriteyi kastetmekteydi. Bundan kasıt elbet¬
te devlet veya Ortaçağda devletin erk araçlarına sahip olan başka bir oto¬
ritedir. Devlet, parayı, orduyu, hukuk ve eğitim sistemlerini bağımsızlığı¬
nın sembolü olarak görür. Bu alanlardaki işlerin yürütülmesini ise bürok¬
rasi sayesinde yapar. Bürokrasi esas olarak bir yazışma dili üzerinde yü¬
rür. Bunun için devletin mutlaka bir yazı diline ihtiyacı vardır. Bu bağ¬
lamda tarihte kurulmuş Türk devletlerinin de kendilerine mahsus bağım¬
sız birer yazı dilleri olmuştur (Tekin 1974: 66).
Eski Türkiye Türkçesinin lehçeleşme evresinde siyasi otoritenin bu
yeni yazı dilinin kuruluşundaki rolü açık biçimde görülür. XIII. yüzyıl
Anadolu’sunda Anadolu Selçuklu Devleti, Haçlı seferleri yorgunluğu
bitmeden Moğol akınları ile iyice zayıflamış, bu manada siyasi bir erk
olarak gücünü iyice kaybetmiştir. Kaldı ki Anadolu’da Türk yazı dilinin
kuruluşunda siyasi desteğin zaten Anadolu Selçuklularından gelmesi bek¬
lenemezdi. Zira bu devlet, devlet örgütü ve bürokrasi gelenekleri itibarıy¬
la İran’daki Büyük Selçuklulara bağlıydı.
Anadolu’da yazı dilinin kuruluşunda Anadolu Selçuklu Devletini
değil, Beyliklerin bununla ilgili siyasi tavırlarını birinci etken olarak
görmek durumdayız.
Anadolu’nun değişik bölgelerinde kurulan Beylikler kendi güçleri
oranında yazar ve şairleri destekleyerek Türkçe eserlerin yazılmasına
önayak olmuşlardır. Fakat bu siyasi destek, beyliklerin bağımsızlığı ile
doğru orantılı olmuştur. İlk önce, Karamanoğlu Mehmed Bey’in meşhur
buyruğu ile (13 Mayıs 1277) Türk dili Farsça karşısında ilk defa öne çı¬
karılmış olmasına rağmen, bu buyruğun kalıcı, müesses bir nizam doğur¬
duğu söylenemez. Anadolu’nun özellikle batısında hüküm süren beylerin
saraylarında Türkçe konuşulduğu bilinmektedir. Bunların bir süre sonra
Kur’andan çeşitli surelerin ve Farsçadan Kelile ve Dimne, Kabusnâme
gibi eserlerin Türkçeye çevrilmesini istediklerini biliyoruz. Bu beyliklerin
yarı bağımsız bir yönetim yapısına sahip olduklarını biliyoruz. Bu ba¬
kımdan bunların bağımsızlığı kadar verdikleri siyasi kararların geçerliliği
de tartışmalıdır. Bu yüzden beylerin Türkçeye sahip çıkmalarını, bir an¬
lamda gönüllü finansörlük olarak görmek uygun olacaktır. Zira henüz
devlet müesseseleri kurulmamış bir siyasi yapının siyasi emir ve buyruk¬
ları, gerek kapsayıcılık gerekse hukukî açıdan geçerliliği olmayacaktır.
Bütün bu siyasi yapının dağınıklığına rağmen, Anadolu’da özellik¬
le Germiyanoğulları, Osmanoğulları, Çandaroğulları beyliklerinde Türk¬
çeye sahip çıkılarak çeşitli telif ve tercüme eserlerin hazırlanması (Uzun-
Köprülü 2003: 209), ileride Türkçenin yazı dili olması ile ilgili siyasi so¬
nuçlar doğuracaktır. Nitekim Osmanlı Beyliği siyasi bir güç olarak diğer
beyliklere üstünlük sağlamasından sonra oluşturduğu devletin dilini de
selefleri Anadolu Selçukluları gibi Farsça değil, Türkçe yapmıştır. Fakat
bu dönemde tek bir siyasi otoritenin olmamasından dolayı bir kültür bir¬
liği, dolayısıyla bir lehçe birliğinden söz edilemez. Bunun somut örnekle¬
rini bu dönem eserlerindeki ses, yapı ve kelime düzeyindeki ağız farklı¬
lıklarında görmekteyiz. Bu dönem eserleri, tıpkı beyliklerin sınırlı ve za¬
yıf otoriteleri gibi çeşitlilik göstermektedir. Bunu Anadolu’nun değişik
bölgelerinde yazılan eserlerdeki farklı ağız özelliklerinde açıkça görmek
mümkündür.
Sosyal, coğrafi ve kültürel değişmelerin sonucunda dildeki var-
yantlaşmaların derinleştiğini yukarıda belirtmiştik. Konuşma dilinde olu¬
şan bu ses, yapı ve anlam farklılaşmaları, bir ağzın yazı dili haline gelme¬
si için yeterli değildir. Kaldı ki bu farklılıklar birey, yazı dilini kullanır¬
ken de oluşabilmektedir. Lehçeleşmenin tamamlanabilmesi için dilin ya¬
zılı olarak da iletişim sağlaması gerekir. Bu bakımdan, bir ağzın yazı dili
olabilmesi için kendi ses dizgesini yansıtan bir yazı sistemine, yani alfa¬
beye sahip olması gerekir. Böylelikle yazı dili, konuşma dillerinin üze¬
rinde kendine özgü bir hiyerarşik saygınlık kazanacak ve üst dil hüviyeti¬
ne kavuşacaktır.
X. yüzyıla kadar Orta Asya Türk dünyasında Köktürk-Uygur-
Karahanlı geleneğinden gelen tek bir yazı dili vardı. Bu dilin yazısı, VIII.
yüzyıla kadar Köktürk, VIII.-X. yüzyıllar arasında Uygur ve X. yüzyıldan
sonra da Arap alfabesi olmuştur. Bu Uygur ve Arap alfabesiyle eser veri¬
len Karahanlıca, tıpkı Çağatayca gibi uzun yıllar Orta Asya’daki Türk
halklarının ortak yazı dili olmuştur
Oğuzlar da Harezm bölgesinde yaşarken (X.-XII. yüzyıllar) bir ya¬
zıya sahip değildiler. Oğuzca o çağlarda sözlü dil olarak kullanılmakta ve
Oğuzlar yazılı iletişimlerini ise muhtemelen Karahanlı ve Harezm Türk-
çesi ile yapmaktaydılar (Ercilasun 1996: 41).
XIII. yüzyıldan itibaren kitleler halinde batıya yönelen Oğuz Türk-
leri Anadolu’da siyasi ve askerî yönden üstünlük sağlamaya başladıkla¬
rında onların alfabe ile ilgili herhangi bir sorunları yoktu. Zira Büyük
Selçuklu Devletinin Farsça yazışma geleneği Anadolu’da devam ediyor¬
du ve devlet yazışmaları de bu dili bilen kâtiplerle yürütülüyordu. Yalnız
gün geçtikçe merkezî devletle bağlarını gevşeten Anadolu’daki Oğuz uç
beyleri, kendi ana dillerinden daha iyi bilmedikleri Farsçaya karşı bir ta¬
vır geliştirdiler. Diğer taraftan Anadolu’da hızla yayılmaya başlayan ta¬
savvuf akımı da Türkçeden başka bir dil bilmeyen halk kitleleri arasında
revaç buluyordu. Bunun yanında Anadolu’daki Türk birliğini yavaş yavaş
kurmaya başlayan Osmanlı Beyliğinde yazışma dili olarak Türkçe kulla¬
nılıyordu. Bu pratik ihtiyaçlardan dolayı Türkçe, Farsçadan daha itibarlı
bir dil hâline geldi. Fakat ortada büyük bir sorun vardı: Alfabe. O güne
dek “yazılmamış” çeşitli ağızlar yazıya nasıl aktarılacaktı? Bunun için ge¬
rek alfabe sistemi, gerekse bunu dil üzerinde uygulayacak olanlarla ilgili
önemli sorunlar vardı. Yazı sorunu, Anadolu Türk kültür tarihinin en
uzun ve sıkıntılı dil meselesi olarak tarihe geçecekti.
Daha önceden Karahanlıların kullandıkları ve Türkçeye ilk uygu¬
lamalarını yaptıkları Arap alfabesinin Oğuzcaya da uyarlanması aslında
pek zor görünmüyordu. Nitekim XII. yüzyıldan kalan karışık dilli eserleri
yazanlar, yarı Uygurca, yarı Oğuzca Arap harfli metinler oluşturmuşlardı.
Bu tecrübeden yararlanarak Arap alfabesi temelinde bir yazı sistemi ge¬
liştirilebilirdi. Fakat bu iş göründüğü gibi kolay olmayacaktı.
Daha önce Karahanlılar, Uygur alfabesindeki yazım geleneğini
Arap alfabesine uyarlayarak yeni bir yazı geleneği oturtmaya çalışmışlar¬
dı. Bu yazıda, Arap yazı geleneğinin tersine, ünlülerin tamamı harflerle
gösterilmişti.
Anadolu’da oluşmaya başlayan yeni yazı dilinin temelinde bu
Karahanlı yazı tecrübesi bulunmaktadır. Fakat bir süre sonra Arap ve Fars
imlâ geleneğinden de etkilenerek ikili bir yapı oluşmaya başlamıştır.
Arap alfabesini Anadolu’da oluşturulan yeni yazı dilinde kullanan
Anadolu Oğuzları, özellikle yazım (imlâ) alanında Karahanlı Türklerin¬
den farklı uygulamalar yapmışlar, bu alfabede yeni yazım gelenekleri
oluşturmuşlardır. Örneğin Karahanlı Türkçesinde Uygur imlâ geleneğinin
etkisi ile geniz n’si /n/ ve /g/ (P) harfleri ile yazılırdı. Eski Türkiye Türk-
çesinin Uygur etkisindeki ilk dönem metinlerini bir tarafa bırakırsak, bu
ses yalnızca sağır kef (!) ile yazılmıştır. Yine Karahanlı metinlerinde gü¬
zel h /o/ kullanılmazken ETT metinlerinde bu harfin gelişerek kullanım
sahasını genişlettiğini görüyoruz. Böylece her ne kadar alfabe aynı alfabe
olsa da farklı yazım sistemi geliştirilmiş olduğu için lehçeleşmenin yazı
sistemi, alfabe şartını yerine getirmektedir.
SONUÇ
Bir dilin lehçeleşme evresi, o dili konuşan topluluğun, toplumsal,
ekonomik ve kültürel olarak değişmesi ile aynı zamana denk gelir. Türk
toplulukları içerisinde gerek nüfus yoğunluğu gerekse toplumsal geliş¬
mişlik bakımından önde topluluklardan birisi olan Oğuzların, ilk yazı dil¬
lerin oluşması da bu bağlamda her bakımdan değişmeye başladıkları dö¬
neme denk düşer. Oğuz Türkleri, XIII. yüzyılda Anadolu gibi çetin bir
coğrafyada ve tarihin en ağır ekonomik ve siyasi şartları altında yeni bir
yazı dili oluşturmaya başlamışlardır. Bu oluşum süreci çeşitli dil evreleri
ve lehçeleşme şartlarından geçerek yüzyıllar boyunca devam etmiş, XVI.
yüzyıldan sonra da belirli standartlara kavuşmuştur. Lehçeleşme şartları,
yeni oluşan her yazı dilinde farklı evrelerde, farklı “gerçekleşme” süreç¬
leri ile oluşmaktadır. Eski Türkiye Türkçesi yazı dilinin kuruluşunda nü¬
fus hareketleri, kültürel ve sosyolojik değişmeler ve alfabe sorunları
önemli rol oynamıştır.
KAYNAKÇA
ARAT, Reşid Rahmet (1978), Kutadgu Bilig III (İndeks) (hzl. Kemal Eraslan,
Osman F. Sertkaya, Nuri Yüce), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Ya¬
yınları, İstanbul.
ATA, Aysu (1998), Nehcü’l-Ferâdis, Uştmahlarnıng Açuk Yolı, Cennetlerin
Açık Yolu III, Dizin-Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları 518, Ankara.
ATALAY, Besim (1985), Divanü Lügati’t-Türk Tercümesi I, Türk Dil Kurumu
Yayınları 521, Ankara.
CAVALLİ-SFORZA, Luigi Luca-MENOZZİ, Paolo vd.(1994), The History and
Geography of Human Genes, Princeton University Press, New Jarsey.
DİLÇİN, Cem, (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Yayınları: 503,
Ankara.
ERCİLASUN, A. Bican (1996), Uluslar Arası Türk Dili Kongresi Bildirileri
1988 (26 Eylül 1988 - 3 Ekim 1988), Türk Dil Kurumu Yayınları 655,
Ankara.
GABAİN, A. Von (1988), Eski Türkçenin Grameri, (çev. Mehmet Akalın), Türk
Dil Kurumu Yayınları 532, Ankara.
GÜLSEVİN, Gürer (2004), “Eski Türk Yazı Dilinde Oğuz Lehçesinin Ses, Şekil
ve Sözvarlığı Unsurları”, Amancolovskie Çteniya, Kazakistan 7-8 Ekim
2004.
HATİPOĞLU, Vecihe (1982), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, DTCF Yayınları,
Ankara.
JEAN, Georges (2008), Yazı İnsanlığın Belleği, (çev. Nami Başer), Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
KARAMANLIOĞLU, Ali Fehmi (1989), Seyf-i Sarayî Gülistan Tercümesi
(Kitâb Gülistan bi’t-Türkî) Türk Dil Kurumu Yayınları 544, Ankara.
KORKMAZ, Zeynep (1975), “Eski Türkçedeki Oğuzca Belirtiler”, Bilimsel Bil¬
diriler 1972, (Birinci Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler)
(Ankara, 27-29 Eylül 1972), Türk Dil Kurumu Yayınları 413, Ankara.
KORKMAZ, Zeynep (1992), Gramer Terimleri Sözlüğü, Türk Dil Kurumu Ya¬
yınları 575, Ankara.
KURAT, Akdes Nimet (1979), “Bulgar”, İslam Ansiklopedisi, C. II, MEB Ya¬
yınları, (5. Baskı), İstanbul.
ÖNER, Mustafa (1998), Bugünkü Kıpçak Türkçesi, Türk Dil Kurumu Yayınları
703, Ankara.
SÜMER, Faruk (1992), Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri - Boy Teşkilatı - Des¬
tanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul.
TATÇI, Mustafa (1990), Yunus Emre Divanı, Tenkitli Metin, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara.
TEKİN, Şinasi (1974), “1343 Tarihli Bir Eski Anadolu Türkçesi Metni ve Türk
Dili Tarihinde “Olga-bolga” Sorunu”, TDAY - Belleten 1973 - 1974. An¬
kara.
TOPALOĞLU, Ahmet (1978), Muhammed bin Hamza, XV. Yüzyıl Başlarında
Yapılmış Kur’an Tercümesi, II. Cilt (Sözlük), Kültür Bakanlığı Yayınları
300, Araştırma ve İnceleme Eserleri 5, İstanbul.
TOPALOĞLU, Ahmet (1989), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Yayınları,
İstanbul.
TURAN, Osman (1993), Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İs¬
tanbul.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı (2003), Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Kara-
koyunlu Devletleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, (5. Baskı), VIII. dizi -
S. 2a3.
YILMAZ, Hayati (2005), Mahdumkulı Divanı (İnceleme-Metin-Dizin), (Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi)
(Mah.) Ankara.
YÜCEL, Bilâl (1995), Bâbür Dîvânı, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara.
Muğla Üni. Fen-Ed. Fak. TDE Böl. akar@mu.edu.tr
Dilbilimle ilgili yayınlarda çeşitli lehçe tanımları verilmiştir, bk. (Hatipoğlu
1982: 89; Topaloğlu 1989: 106; Korkmaz 1992: 107). Biz, bu yazıda lehçeyi
sosyo-lengüistik açıdan ele alarak, onu, bir ana dilden çeşitli sebeplerle ko¬
parak farklılaşan ses, yapı ve yazı farklılıkları gösteren dil biçimleri olarak
ele aldık. Bu biçimlerin ana dile göre farklılıkları zaman ve coğrafyaya bağlı¬
dır.
Harezm Türkçesinde iste- yanında eski kol- biçimine de rastlanır. Bk. (Ata
1998 : 253). Bu, Karahanlıca etkisi olarak da değerlendirilebilir.
Anlam etkilenmesi, kaynak dildeki bir kelimenin birebir tercüme edilerek he¬
def dile aktarılmasıdır. Örneğin soğuk savaş (<Ing. cold war), ölü mevsim
(<Fr. morte saison); bk. (Topaloğlu 1989: 26).
“Eine Sprache ist ein Dialekt mit einer Armee und einer Marine“ http://de.
wikipedia.org/wiki/Dialekt (08.10.2010)